7 Ocak 2016 Perşembe


“Göğe bakma” evi

Durma göğe bakalım.
Turgut Uyar


“E burası bomboş?”
“E tabii boş Adel. Biz ev yapıcaz ya.”
“Anneannemle dedem de bizimle olacak di mi?”
“Adel uyanamadın mı sen hala? Boş boş sorular sorma...Tabii ki de bizimleler . Boşuna almadık iki konteynır.”
“Saat sabahın yedisi olduğundan olabilir mi anne?”
“Piknik sepetini almayı unutma.”
Canının ıstemediği soruları böyle geçiştirir annem .
“Havuz yapacak mıyız?”
“Deniz varken havuz ne Adel?Denize ayıp olmaz mı sence biraz?”
“Haklısın! Off nerde kaldılar?”
“Sabırsızlanma! Bir ev yapmak sabır ister. Acelemiz yok hem. Üç ay var önümüzde.”
Tam gözlerini kapamış evi anlatmaya başlayacaktı ki;
“İdaaa !Adeeel!!”
“Bak işte Cemil amcan geldi. İyi de tek başına? ”
“Günaydın. İda kızım dün gece geç oldu diye aramadım. Zor diyo Mavi. Yapılsa da sonra sorun çıkarır falan diyor. Cam çatıyı temizlemesi zor diyo.  Hele hele yan taraflara da tek taraflı camdan yapmak istiyo deyince, aklını kaçırmış, kaça patlar haberi var mı dedi.”
Cemil Amca zor diyo dedikten sonra annem dönüverdi sırtını şımarık çocuklar gibi. İstediği cevap değil ya, duymuyorum demek istiyor yani. Başladı boş arazide yürümeye. Cemil Amca da peşinden. Annem onu duysun diye arkasından yaklaşıp ensesinden doğru kulağına kulağına konuşuyordu. Oturduğum yerden onları izlemek çok eğlenceliydi çünkü komiktiler. Annem koskoca adama şımarıklık yapıyordu, ama baba yarısıydı Cemil Amca annemin. Dedem neyse Cemil Amca da o desem yeri. Gülmemek için zor duruyordum. Şaşırıyordum da bu duruma bir yandan. Yani annemi çocukluğundan beri tanıyan Cemil Amca, onun bir şeyi aklına koyduğunda hayırı, olmazı kabul etmediğini biliyor olmalıydı. Ben 16 yılda öğrenmiştim mesela. Annem birden durup, dönüverince burun buruna geldiler . İşte o zaman tutamadım kendimi, bastım kahkahayı ve annemden cevabımı anında aldım.
“Adelıkoooo!!!” gözlerini koca koca açarak hem de.
Sonra biraz önce kocaman açtığı gözlerini kısıp, kollarını göğsünde birleştirip, Cemil Amca'ya;
“Kiminle konuşuyorum şu an Cemil Abi?” dedi.
“Aşk olsun İda! Vallahi annenin tarafında değilim. Aşk olsun! Mavi dedi bunları. Gerçekten. Adamın işi bu. Yoksa ben istemez miyim bu evi yapmanı ? Ben çizmedim mi sen anlattıkça bu evi sana çocukken? Bu işte seninleyim ben.” dedi Cemil Amca. Çok içtendi bunları söylerken.
“O zaman söyle o Mavi'ye onunla çalışmıcaz. Ne Mavi'ymiş arkadaş! Sanırsın on saray yaptı. Yaptı mı ? Ne yani? Çalışmıyoruz onunla o kadar! “
“Çıktı, gelıyo adam kızım. Sadece dedi ki...”
“Gelmesin! Başkasını bulalım.”
“Sana anlatacakmış.”
“Neyi?”
“Ben de sordum neyi anlatacaksın diye. Ben derim söylediklerini, sonra ararız biz seni ona göre dedim. Benim anlatacaklarım var dedi başka bir şey demedi.”
“E gelsin bakalım. Adel, çayları koysana." diye seslendi annem.
Piknik sepetiyle gelmiştik. Çayımız ve pişilerimizle. “Önce o toprağın üzerinde çay içicez, sonra ev yapıcaz Adel .” demişti annem . Toprağı kutsamak gibi bir şeymiş, çay önemliymiş . Annem işte. Böyle dediğimi duysa var ya. Her neyse.Sepetten termosla bardakları çıkardım. Bana doğru yürürlerken, annem Cemil Amca'nın koluna girmiş, başını omzuna koymuş “Yapıcaz Cemil Abi. Bu evi buraya yapıcaz. Söz verdin. Unutma. Sonrası keyif.” diyordu.
“Yapıcaz İda kızım. Söz verdim sana. Tabii yapıcaz. Şimdi çayımızı içelim, sonrası gelir.”
Oturmuş çayımızı yudumlayıp bir yandan da çıplak ayaklarımızla toprakla oynarken araba sesi duyduk.
“Mavi geldi. Maviiii! Maviii!!! Burdayız!” diye bağırdı Cemil Abi. Sanki bomboş arazide bizi göremeyecekmiş gibi.
“Ben alıp geleyim adamı İda.”
“Böyle ev olmaz diyen adamın boş arazide yürüyememesi olası tabi. Al sen onu Cemil Abi.” deyip gözlerini devirdi annem.
“Anne!”
“Ne annesi ? Ne annesi? Ne olmazmış ? Millet yapıp bir de tekerlek takıp dünyayı geziyo. Olmazmış!” Özellikle olmazmış derken gözlerini devirdi yine. Bastık kahkahayı tabii.
“Gel Mavi oğlum,gel. Çay içiyoduk. Bir bardak da sen iç. İda , bu Mavi. Mavi ....”
“Mavi mi?” Annem Mavi’yle tanışmak için döndüğünde kahkahası asılı kaldı yüzünde . “Mavi mi?” dedi sonra yine.
Mavi elini uzatmıştı, ama annem öylece dikmiş gözlerini adama, cevap bekliyordu. Adamın eli havada kalınca uzandım hemen.
“Merhaba, Adel ben.”
“Biliyorum. Biliyorum Adeliko.” dedi Mavi.
“Mavi Bey her şeyi bildiği gibi, bunu da biliyordur Adeliko.” dedi annem hışımla doğrulurken.
“Nesi olmazmış Mavi? Cemil Abi’ye bir sürü şey zırvalamışsın. Nesi olmazmış?”
“Olmaz demedim.” derken Mavi Cemil Amca’ya sorar bir bakış attı. Yazık Cemil Amca tam cevap verecekken, annem yine;
“Nesi olmazmış?”
“Olmaz demedim İda. Olmaz değil ama zor şeyler istediklerin.”
“A anladım. Kolay sevdiğini unutmuşum” dedi annem bıçak gibi. Bir an asılı kaldı sanki o cümle havada. Muhtemelen söylememiş olmayı isterdi o da ama ağzımızdan çıkan sözleri geri yutabileceğimiz bir evrende yaşamıyoruz maalesef. Bin yıl sonra da olsa yerlerini buluyor o meretler. Annem Maviden çekindiği için değil,söylememiş olmayı istemesi sadece artık kesin ve net Cemil Amca da ben de önceden birbirlerini tanıdıklarını anlamıştık. Bunu istemezdi bence.
“Sen tanıyor musun Mavi'yi İda kızım?” diye sordu Cemil Amca. Ben yine susmam gerektiğini bildiğimden ağzımı açmadım tabii. Aslında Cemil Abi de sordu demeyelim de sormaya çalıştı zira annem tanıyor kelimesini duyar duymaz;
“Hayır!Tanımıyorum!” diye ikinci bıçağı çekti.
Sonra hızlı hızlı konuşmaya başladı. Bir an önce bu anın içinden çıkmak ister gibi.
“Neyse. Olmaz diyosunuz.” Siz? Size dönmek ne şimdi? Ah anne!
“Olur da zor olur diyorsunuz ya da her neyse. Pahalıymış da, zormuş da. Neyse ne! Sonuç olarak sizinle çalışmıcam. Buraya kadar boş yere yoruldunuz Mavi Bey. İyi günler size. Hadi Adel pikniği topla da şehre inelim. Yapacak çok işimiz var. Bir adam yok ya koca şehirde. Yani lafın gelişi koca değil de şehir . Neyse ne! Aaay! Cemil Abi sen arabaya geç. Toplanıp geliyoruz biz de.”
Nefes almadan konuşuyor, bir yandan da termosu sepete bir koyuyor, sonra çıkarıp sonra tekrar koyuyordu.
“Adel toplar mısın sepeti lütfen? “dedi çoraplarını giymeye başlamıştı bir yandan da . “Çoraplarını da giy. Ayakkabılarını da. Bağcıklarını bağla.”
Ben her dediğine “Tamam anne.” deyip komutlarını takip ediyordum. Mavi de “İda.” diyebiliyordu sadece. Söylememe gerek yok herhalde ama annem ikimizi de duymuyordu.
“İda yapmam demiyorum. Hatta çok isterim yapmayı. İşçiler de gelecek birazdan. Cemil Bey planları da verdi dün. İnceledim. Benim de bir iki tavsiyem olacak sana.” diyebildi Mavi sonra bir boşluk yakalayıp.
“O planlarda hiç bir şey değişmeyecek. Anladın mı beni? Benim evim burası. Adel'in evi. Biz böyle istiyoruz. Zamanında ...” dedi ve bu defa susturabildi kendini annem.
“Tamam. Çay içeriz o zaman.”
“Çayımızı içtik biz. Hadi Adel! İyi günler size!” deyip beni kolumdan çekiştire çekiştire arabaya doğru yürümeye başladı.

“Hayır ben yapıcam bu evi!” diye bağırdı arkamızdan Mavi.
“Sen öyle san!” aynı tonda karşılığını aldı annemden.
“Cemil abi ? Hadi!”
“İda kızım, bir dursan. Bak adam yapıcam diyo. Ben yanlış anlamışım demek ki.”
“Hayır, yapmayacak! Elini bile sürmeyecek . O planları da alıyosun hemen ondan.” diye diye arabaya bindi “Zamanında seçimini doğru yapsaymış.” diye söylendi kendi kendine. “ O yapacakmış! Oldu paşam! Yok öyle yağma. O yapmayacak! Anladın mı Cemil Abi ? Bin arabaya lütfen.” Cemil Amca'nın arabaya binip kapsını kapamasıyla Mavinin kapıyı açması bir oldu.
“İda ofise gidiyoruz. Bu evi ben yapıcam! Ayrıca küçük yerler buralar. Bu iş bende. Biliyor herkes. Başkası yapmaz. İnan bana!”
“Sen önce kendine inan!” deyip arabayı çalıştırdı annem. Pansiyona geldiğimizde akşam olmuştu. Günün geri kalanını arabayla gezerek geçirmiştik. Pansiyonun önünde “Hadi inin siz. Ben biraz dahA dolaşıcam.” dedi annem.
“Sabah olsun bi İda. İşinde iyi diyolar. Yaparım diyo adam hem.”
“Ona mı güvenicez allah aşkına Cemil Abi? Yaparım diyomuş! Ama ne!” deyip gaza bastı. Biz de geceyi pansiyonun bahçesinde geçirdik. Cemil Amca annemin bu evi ne kadar uzun zamandır istediğini, ona anlatıp anlatıp nasıl çizdirttiğini, yattığım yerde gökyüzünü, yana dönünce de denizi görebileceğim bir ev istiyorum Cemil Abi deyip durduğunu çocukluğundan beri bininci kez anlattı Cemil Amca, ben de bininci kez daha yeni duyuyormuşum gibi heyecanlı heyecanlı dinledim.



“Adeliko kahvaltı hazır. Hadi kalk çıkıyoruz. Cemil Amcan da yeni birini bulup gelecek.”
“Anne bir duş alsaydım.”
“Yüzeriz.”
“İkisi aynı şey değil.”
“Evet yüzmek daha güzel. Hadiiii!”
Vardığımızda arsada iş makineleri başlarında da Mavi. Tamam dedim şimdi kızılca kıyamet kopacak. Ağzımı açmayacaktım, ne derse harfi harfine yapacaktım. İyi bir kız evladı olarak görevim bugün de buydu anlaşılan. Ama annem ilginç bir şekilde çok sakin görünüyordu ki bu daha kötüydü aslında.
“Ah bal kaymak alacaktım. Unuttum bak görüyo musun Adeliko?” Bal kaymak mı? Bu manzaranın karşısında annemin aklında ki şey bal kaymak mıydı yani? Bu gün hem eğlenceli hem de çok ilginç olacaktı .Kesin!
“Şu ileriye açalım masayı Adel’cim .” deyip iş makinelerinin tam karşı köşesini eliyle gösterdi. Arabayı park edip masamızı kurduk. “Stevyalımıymıs bu?” Kendi yaptığı çayın neli olduğunu bilmez mi insan? Konuşmak olsun işte. Kafasındaki konuşmaları durduruyordu belki de annem. Dünden eser yoktu annemde. Maviyi bize doğru gelirken görünce bir bardak daha çıkarmak için sepete uzanmıştım ki;
“İşçilere yetmez Adel’cim. “ dedi annem.
“Anne? Saçmalama. Yeterince çayımız var.”
“İşçilere kalmaz Adel.” diye yineledi gözlerini koca koca açarak.
“Günaydın.”
“Günaydın Mavi! Nasıl gidiyor?” diyebildim.
“İyi.”diyebildi adamcağız gözleri annemde.
“Adel'cim ben şehre inip geliyorum.” dediğinde annem o günün çok eğlenceli olacağından daha da emindim artık.
Mavi, “Günaydın İda.” dediğinde annem çoktan arkasını dönmüş arabaya yürüyordu.
“Mavi ne ilginç bir isim.”
“Gerçek adım değil tabii.
“Gerçek adınız ne peki?”
“Hatırlamıyorum.”
“O zaman Mavi gerçek adınız.”
“Galiba.”
Sonra uzun, ağır, vıcık vıcık bir sessizlik . Ah anne beni orada öylece bırakıp gitmek ne peki?
“Annem çok eğlencelidir aslında ama bu ev meselesinde çok heyecanlı ve biraz da tez canlıdır kendisi o yüzden olmaz,zor gibi şeyler duyunca ...” diye bir şeyler saçmalamaya başladım niyeyse. Annem bu dediklerimi duysa çok kızardı. Sanki onun bu yaptığına özür bulmaya çalışır gibi olmuştu. Aslında annemden alamadığım ve alamayacağım cevapları Mavi'den alabilirim diye düşünmüştüm. Ne bilim evet öyledir falan dese oradan doğru laf alabilirim belki diye ağzından ama Mavi benden akıllı çıktı ve “Öyle mi ?” dedi.



Öğleyi biraz geçmişti annem eli kolu dolu geri döndüğünde;
“Adel'cim işçilere çay ikram ettin mi?”
“Sordum. Birazdan, dediler.”
“Tamam, iyi olmuş. Yiyecek bir şeyler getirdim. Yemek yesinler ,sonra da çay ikram edelim.”
“Söyleyeyim de Mavi'ye işçileri...” dememe kalmadan cevabım gecikmedi.
“Evet, işçi abilerine söyle de yemeğe buyursunlar Adel!”
“Anne!?”
“Adeliko dediğimi yapacak mısın?” Sanki başka bir seçeneğim varmış gibi sormalar bir de bak sen bak, Ah anne!
“Böyle mı olacak anne?”
“Ne böyle mi olacak Adeliko?”
“Tamam anne ! Tamam!”
İşçiler sofraya oturmuş yemeklerini yerken, Mavi biraz ileride sigara içiyor bir yandan da elindeki planlara bakıyordu. Annem ise çok anlarmış gibi temel inşaatının etrafında geziniyordu.
“Değişik bir ev olacak bu hanım kızım.” dedi işçilerden biri. Sonradan adının Hüseyin olduğunu öğrenecektim ve kızı da üniversitede önce yurt, sonra ev arkadaşım ve nihayet en yakın arkadaşım olacaktı. “Benim de köyde ufak bi yerim var. Kızım okuyacam baba diyo, o yuzden kıpırdamıyorum hiç. Hele o bi okusun, ondan sonra yapıp böyle bir şey dinlenicem artık. Sakın yanlış anlama kızım yakınmıyorum. Babayım ben. Çalışıcam tabii. hele de kızım okucam demiş. Nasıl çalışmam? Seninle yaşıt o da. Yarın geleceksen getireyim onu da sana yarenlik etsin.”
“A ne güzel olur Hüseyin Abi. Getirir misin gerçekten?”
“Getiririm tabii. Yatılı okulda okuyo o. E yaz gelince arkadaşları gidiyo. Öyle dışarıdan da çok arkadaşı yok. Zaten olsun diye de derdi yok.” derken çantamın açık ağzından görünen kitaplara dergilere kaydı gözü. “Onun da zoru derdi kitap okusun. Bi de atmaz hiç. Kütüphane yapacakmış kendine.”
“Adi ne ?”
“Naz.”
“Ne güzel isim.”
“Erken doğdu. Hazırlıklı olun dediler. Hanım çok korktu bi şey olacak diye ama ben ilk baktığımda biliyodum bi şey olmayacağını ona. Öyle bakıyodu çünkü. Daha durucam ben der gibi. Bi yere gitmem der gibi. Sonra başlıyodu mızmızlanmaya. Hanım sana bunun nazı derdi. Biz de Naz dedik sonra ona. Ama güçlüdür sağlamdır kızım.”
“Yarın Naz da gelsin Hüseyin Abi.”
“Tamam kızım.”
Konuşmaya dalıp annemle Mavi'yi unutmuştum. Şöyle bir etrafa bakındım. Annemle Mavi yan yanaydı.Ne yapıp edip konuştuklarını duymam lazımdı.
“Hüseyin Abi, çay var. Lütfen çay da alın.” deyip termosla çay bardaklarını gösterdim. Sonra sinsi sinsi, geniş bir daire çizerek kepçenin arkasına saklanıp konuştuklarını dinlemeye başladım .Biliyorum çok ayıp ama annem bana başka bir yol bırakmamıştı. Annemin sırtı bana dönük, Mavi'nin de gözleri annemde olduğundan beni fark etmeleri mümkün değildi. Belli ki hiç konuşmamışlardı daha. Bir şey kaçırmamıştım yani. Sessizliği ilk annem bozdu.
“Ne sandın? Söylesene ne sandın?
Mavi sadece duruyordu.Öylece durmuş anneme bakıyordu. 
"Seni olduğun değilde olabileceğin adam için seçen birinin hep yanında kalacağını mı? Kolay olanı seçince her şey yolunda gidecek mi sandın? Olduğunu anca olabileceğinin hatırına seçenin hep duracağını falan mı? Ne sandın? Bütün bi hayatını birine yetmeye çalışarak geçirmeyi seçerken ne sandın? Bi insan önce olduğu kişi olarak kabul edilmeden sevilebilir mi sandın? Sahiplenilince seviliyo mu oluyo insan? Nesin sen masa mı? Birine seni seçsin diye dil döktükten sonra seni seçtiğinde gerçekten seçtiğinin sen olduğunu mu sandın? Ne sandın söylesene? “
Mavi hala duruyordu öylece.Annem derin bi nefes aldı,Mavi'ye döndü ve bence asıl merak ettiğini sordu bu kez;
Değdi mi?”
“İda.”
“İda demeyi kes. Cevap ver! Değdi mi?”
“Cevabı biliyorsun İda .Duymuşsun olanları.”
“Olanlar beni ilgilendirmiyor. Adını bile değiştirmene neden olacak şeyler olması benim değil senin sorunun. Ben sadece bunun cevabını istiyorum. Değdi mi? ”
“Değmedi İda. Değmedi! ”
“Şimdi topla her şeyi, herkesi git burdan.
“İda!”
“Git buradan Mavi. Bir şansın vardı bütün bunlara ortak olmaya ama sen seçmedin. Şimdi burada olmaya hakkın yok. Bir saat içinde ayrılın buradan. Bir daha da karşıma çıkma.”

Kepçenin arkasında öylece kalakalmıştım. Nasıl yani? Mavi bir daha gelmeyecek miydi? Ev ne olacak peki? Naz? Hüseyin Abi? Ah anne ah.
Sonra Cemil Amca'nın sesini duydum kepçenin diğer yanından;
“Adel bi çay içelim kızım sonrası gelir.”



Adel Burada Yaşamıyor ya da Tam Annemin Hayalindeki Kızım,
2015





22 Aralık 2015 Salı




Bi’ şans daha almaz   mıydınız?



"Bu bi insanı mahvedebilir Adel! Sonsuza dek yakabilir!.Böyle davranmayı seçen bi kız olmanı istemiyorum Adel! Sonuna dek bekle Adel!"Annem böyle çok önemsediği konularda konuşurken, onu kesin ve net dinlediğimden emin olmak için,  her cümlesini adımla bitirirdi. "İnsanlara şans vermeye inan Adel! Ben insanlara sadece bir şans vermeyi seçtiğimde senden çoook büyüktüm Adel! Zamanı gelmişti Adel! Ama benim için! Senin için daha çok erken Adel! Sen ikinci bi şansa inan hatta 3 hatta 7527.şansa Adel! Hayat bazen yapmak istemediğimiz şeyleri yaptırabilir bize. Bilemezsin Adel!Hiç bilemezsin kimin ne yaşadığını! Nerden bileceksin Adeliko? Nerden bileceksin?!"

"Ama çok kırıldım anne!"
"Hmm... Evet! E kırıldın! Evet!"
"Geçmicek gibi sanki."
"Evet, bi süre geçmez!"
"Ne kadar bi süre?"
"Ne kadar bilmiyorum. Senin zamanını bilemem Adel!"
"Pffff. Şans falan vermek istemiyorum!"
"Adel! Sen beni dinlemiyo musun acaba? Sadece niyete bak! Bak niyet önemli! Kasıt! Hukukta bile kasta bakıyolar biliyosun de mi?Tabii ki biliyosun bin kez anlattım sana. Tabii ki biliyosun!Şimdi git ve yüz Adeliko! O çocukların arasında kaçıncı geldiğin umurumda değil bunu da hatırla!Ben sadece seni izlicem ve sen bitirince bu yarış biticek benim için ...buradaki bütün anneler içinde öyle. Yani umarım öyledir!'deyip gözlerini devirdi."
"Anneee " diye kıkırdadım. "Yarış başlıyo güldürme beni!"
"Hadi küçük hanım! Suya! Tadını çıkar ve akşamki şeftalili tartı düşün!"
"Filmdeki gibi mi yapıcaz yine?"
"Tabii ki!"
    
       Annem de ben de hiç sevmiyorduk şeftalili tartı ama yapmaya bayılıyorduk. Şeftalilerle oynamaya, onları mıncıklamaya bayılıyorduk daha çok. Tek derdimiz şeftalileri ezmekti aslında. Anneannem çok kızıyordu haliyle bu duruma.  "Nimetin cılkını çıkarıyolar! Sonra yeseler bari!Ama ne! Ben yiyorum! Sonra şekerim hooop! Ah bu ikisi!" der dururdu ama biz yaparken de izlemekten alamazdı kendini .Üstüne üstlük annemle şeftalileri ezip yüzümüze gözümüze sürme kısmına geçince en büyük yardımcım da oydu.  "Adeeel burnuna burnunaa!" diye yardım ederdi.  "Gel gel burda saklan!"diye de bana saklanacak yerler gösterirdi.


          Annemle ilk kadın kadına konuşmamızdı bu yani size öyle gelmemiş olabilir ama öyleydi çünkü ben 5 yaşımdan beri yüzme takımından aşık olduğum Hakandan ayrılmıştım(!). Tamam Hakan beni bırakmıştı!

Sanki siz hiç terk edilmediniz!Ama ne!

         Annem ben her "Hakan bıraktı beni!" dediğimde "Hayır Adel! Bi seçim yaptı! Hayat seçtiklerin zaten! Yok ya ne! Ne yapalım? Karışamazsın ki! Herkes kendi seçtiklerini yaşıyo! Canının istediğini seçiyo yaşıyo! Hiç bişi yapamazsın Adelikooo!" derdi. Ben ilk aşk acımı çekerken, mutfakta yere yatmış, ezdiğimiz şeftaliler elimize yüzümüze bulaşmış öyle tavana bakıyorduk!

          Üzgün olduğumda hala tavana bakarım ben bu arada. Ne varsa orada!Neyse anlayacağınız annem yaramı sarıyordu bu konuşmada.

Ama Hakan o kadar yakışıklıydı ki ve dahası o kadar güzel yüzüyordu ki! Offff!

"Hadi herkes seni bekliyo ve bize bakıyo!" deyip bonemi kafama tak diye takıvermişti. Bize bakıyo kısmı kendineydi, tam zamanı yani. Bunun ne demek olduğunu anlamanız için annemin kafama bonemi taktıktan sonraki yüz ifadesini bilmeniz lazım. Ben bayılırdım ve beni hep çok güldürürdü. Çocuk gibi kadın annem diye düşünürdüm hep.

          Böyle boneyi bir harekette bir defada kafama takar ve hiç önemsemediğini göstermek ister gibi, sanki sıradan bir şey olduğunu düşünüyormuş gibi sağ elinin işaret parmağıyla burnuna bir dokunurdu. Eğer muhteşem olduğunu düşünüyorsa bir de saçlarını savururdu üstüne ve bunu bir iki kez tekrarlardı. Sonra şöyle bir etrafa bakardı çünkü diğer annelerin bunu gördüğünden emin olmalıydı. Özellikle de yeni anneler varsa etrafta ve es kaza 'Aaa nasıl o kadar kolay yaptınız?'diye sorarsa keyfine diyecek olmazdı. Kendini beğenmiş tavrı ve uçsuz bucaksız kibriyle ama yine de kırmamak için çabalayarak sanki neden bahsedildiğini anlamıyormuş gibi;
"Neyi? Ah bone takma işini diyorsunuz!" Sorup sonra cevabını vermek! İlahi anne! "A bilmem hiç düşünmedim!" derdi bir de üstüne.

Ah Anne!!!

"Yani çocuklar bu yaşlarda çok çabuk büyüyorlar. Tabi haliyle kafalarda büyüyor, Hele de kızsa! Saçlar! Benimkinin gür bi'de...Yani yeni kesilmiş olabilir. Uzamış olabilir. Hep milimetrik hesaplar bunlar.  El göz koordinasyonu çok önemli, Güdüsel biraz! Çocuğunuzu ne iyi tanıdığınızla alakalı! Saçının teline kadar! Ah! Sakın yanlış anlamayın! Sizin için aksi olduğunu söylemiyorum.Hani genel konuşuyorum! Ben iyiyim bu konuda biraz! Yani bayağı iyiyim!'

             Fark ettiyseniz hiç bir nefes almak, es vermek, bir takılmak falan yok. Yılların tiradı bu çünkü. Sonra elleriyle kendince sistematikleştirdiği bu işi adım adım anlatmaya başlardı. Bu da işin şov kısmı artık performansın en can alıcı noktasına geliniyor.
 Ama o ne eda! 
Sanırsın mandrake sahnede!
 Göz ucuyla herkes  herkes kolaçan ediliyor mutlaka bir taraftanda.

"Önce orta noktadan tutuyosunuz! İşte o an saniyenin binde birinde hemmen gözünüzle ölçüveriyosunuz! Ve parmakları taaakkk, tam tepeden kubbe gibiii....Hız çok önemli! Sakin olmak! Konsantre olmak!'

      Oradaki kaç annenin annemin deli falan olduğunu düşündüğünü bilmiyorum. Umursamıyorum da! Annem hele hiç umursamıyor! O ballandıra ballandıra anlatırken tabii ki ben de üzerime düşenleri yapıyorum. Hiç konuşmadan anlaştığımız gibi. Eller belde, en tatlı gülümsemeni takın, arada gözlerini kırpıştır, özellikle tam takmadan önce, sağ ayak biraz önde,kafa hep sabit! Bir kımıldarsam annemin bütün şovunu mahvedebilirim çünkü. Bu bir takım çalışması. Annemle ilişkimiz bir takım çalışması zaten bizim. Hep öyleydi ve hep öyle olacak.Bone kafan geçtiği an kocaman gülümse. Ve annemin şovu biter!Annem bu küçük şovunun sonunda  benden de bahsederek hep onurlandırırdı."Bu gülümseye kim dayanabilir? " der  sonrada kulağıma eğilir "Muhteşemdik!!' derdi.


          Sanki bir şey kanıtlıyormuş gibi hissederdim her defasında, Sanki annem anneliğini kanıtlıyordu herkese. Oysa kimseyi umursamazdı o.  Benden, anneannemden, dedemden ve de o odadan başka.

Öyle bilirdim.   
Ama umursardı belki de.
Bildiğimi sanırdım




Adel Burada Yaşamıyor ya da Tam Annemin Hayalindeki Kızım,
2015

24 Eylül 2015 Perşembe

Cesaret mi, gerçek mi?



“Truth or dare you Shorty!”
“Stop calling me shorty! I am not short. I am just eleven which means I will get taller. Bu arada niye İngilizce konuşuyorsun benimle sen? Türkçe bildiğini biliyorum. Marika'yla konuşurken duydum. Koskoca bir yalancısın sen. Artık seninle oynamak istemiyorum.”
“Ben? Yalancı?”
“Kes şunu! Bundan daha iyi konuşuyorsun.”
“Ben yalancı değilim İda!”
“Evet yalancısın. Türkçe bilmediğini söyledin bana.”
“Hayır söylemedim çünkü sen sormadın.”
“Arggghhh! Gıcıksın ! Evet sormadım çünkü Avustralya'dan geliyorsun ve İngilizce konuşmaya başlayınca ben de devam ettim.”
“Yani ben yalancı değilim. Sormadığın için söylemediğim bir şey yüzünden bana yalancı diyemezsin."
“Hayır diyebilirim. Hani hazine vardı bodrumda? Sen gitmeden bulacaktık. İki gün var gitmene ve hiç bir şey bulamadık.”
“Bak işte! Kendin söyledin daha iki günüm var. Yani henüz bana yalancı diyemezsin!”
“Arrggghh! Senden nefret ediyorum Eugene!”
“İşte asıl yalancı sensin. Benden nefret etmiyorsun Shorty! Hatta büyüyünce beni seveceksin bile!”
“Saçma!” diye avazım çıktığı kadar bağırmak istemiştim ama bağıramamıştım. Kıpkırmızıydım. Yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Utançtan ölebilirdim. Yakalanmış gibi hissediyordum. Bu çocuk aklımı okuyordu resmen.Yerin dibine girmek istedim o an. Ama böyle bir şeyin mümkün olamayacağını biliyoruz değil mi Adeliko? Kaçmak istedim ama onu da yapamadım.“Eugene Türkçe biliyoooooooor! “diye bağırdım onun yerine. Konuyu ona döndürmek daha mantıklı gelmişti. Mahallenin bütün çocukları etrafımızdaydı şimdi. İskender günlerdir sormak istediği bütün soruları peş peşe sıralamaya başlamıştı bile. Herkes bir şey soruyordu hep bir ağızdan. Sokaklarda koalalar var mıydı gerçekten,pat diye vahşi hayata ait bir hayvan çıkabiliyor muydu öylece dedikleri gibi. buraları sevmiş miydi falan filan. Fırsat bu fırsat, koşar adım uzaklaşmalıyım diye düşündüm. Bodrumun merdivenlerden inmeye başladım. Merdivenler bitmişti ki arkamdan bir ses;
“Sana bir soru sordum Shorty” dedi.
“Bana Shorty demeyi keser misin sen? Ne sorduğunu hatırlamıyorum bile ayrıca! “
“Bence hatırlıyorsun ama korkak olduğun için oynamıyorsun!”
“Korkak mı?Ben mi?”
“Evet! Sen! Hep gerçek diyorsun. Cesur bir kız olsan cesaret dersin. Her gün oynuyoruz ama sen hiç cesaret demedin”
“Çünkü asıl olan gerçektir çok bilmiş Avustralyalı Uzun!”
“Cesur olmazsan gerçeği asla bulamazsın Türkiyeli Kısa!”
“Eugeeeeneeeeeeeeeeeeee! I hate you!”
“Nope mate. You love me and you will love me more! Trust me!”
“Noooooooo!”
“Tamam huysuzluğu bırak da son kez oynayalım hadi. Cesaret mi gerçek mi?”
Bir şey planlıyordu kesinlikle .Öyle emindim ki. Ama gerçek diyemezdim. Tabii ki de bir korkak değildim ve bunu bu Avustralyalı Uzun da öğrenmeliydi artık.
“Cesaret! Dare! Anladın mı ? Dare!”
“ Wowww... Bugünü hiç unutmayacağız Kısa ,biliyorsun değil mi?”
“Kitap gibi konuşmayı keser misin sen önce bi'? Unutmayacağız denmez, öyle unutmıcaz der geçersin! Unutmayacağız ne? Ayrıca ben zaten hiç bir şeyi unutmam. Beni dinlemiyo musun sen? Anlattım o kadar sana ezik oyununu. Her neyse cesaret diyorum! Ne istiyorsun?”
Hiç düşünmeden “Elindekini!” dedi.Sözü havada bıçak olup kalbimi delmişti resmen.
“Ne!?!?!?!? Çıldırdın mı sen?  Fazla ileri gidiyorsun! Bu kadarı fazla!Elimdeki olmaz!”
Deliye dönmüştüm. Bütün planı bu muydu yani? 
“Hayır!Olmaz! Başka bir şey söyle!”
“Kuralları değiştiremezsin. Ada'yla kuralları değiştiriyor muydunuz?”
“ Hayır Eugene! Olmaz! Elimdeki olmaz! Cesaretimi Ada'yla sınayamaya kalkma!”
“Biliyordum!” deyip o muhteşem dudaklarını yaya yaya güldü alaycı alaycı.
“Biliyordum ne demek? Ne demek istiyosun sen?”
“Korkak olduğunu biliyordum. Söylemiştim sana!”
“Korkak değilim ben! Ama bu olmaz! Bu hiç adil değil!”
“Hayat adil mi sanıyorsun sen İda? Daha dün sen anlatmıyor muydun Ada'dan bahsederken...Hayat hiç adil değil demiyor muydun? Hayat adil değil ve bir korkak için asla adil olmaz. Cesur olursan belki. Ama anlaşılan olamıyorsun!”
Donup kalmıştım. Nasıl köşeye sıkıştırmıştı beni. Boğazım yırtılana dek çığlık atmak istiyordum ama bodrumun inşaatında olduğumuz anlaşılırsa bütün çabamız boşa gider, annem beni parçalar ve Marika dahi beni kurtaramazdı bu defa. Onun yerine elimi sıkabildiğim kadar çok sıktım ve “O zaman son kez ben de sorucam sana!”dedim.
“Deal!Anlaştık!”dedi.
“Cesaret mi gerçek mi?”
Kocaman bir kahkaha attı ve “İda ? Ne zaman gerçek dedim ben? Cesaret!”dedi gürültülü bir kahkahayla. .Ben de içimden gülüyordum çünkü şimdi söyleyeceğimi duyunca benden o deniz kabuğunu istemekten vazgeçecekti ve bu defa ben yerlere yata yata gülecektim.
“Sana bu deniz kabuğunu veririm. Al işte veriyorum!”deyip uzattım. Elimi öyle çok sıkmıştım ki kan içindeydi.Deniz kabuğunu aldı,baktı ve üzerindeki kanı temizledi. Bir eliyle deniz kabuğunu diğer eliyle eline bulaşmış kanımı göstererek “Aferin Kısa! İşte bu hem gerçek hem de cesaret. Doğruyu söylemem gerekirse bu kadarını beklemiyordum. Özür dilerim!”
“Sorun değil Uzun! Şimdi sıra bende!”
“Tamam! Bekliyorum!”
“Onu bana geri getir!”
“Tamam!”
“Ne?”
“Tamam!”
“Tamam ne Eugene? Ne zaman getireceksin? Bu mümkün değil! İki gün sonra gidiyorsun!  Arggghhhh çıldırıcam! Ne zaman getireceksin? Benimle oynayıp durma.Artık eğlenceli olmaktan çıktı bu!”
“O zaman zamanını da söyleseydin İda!”
“Tamam söylüyorum. Yarın getir! Evet!Yarın getir!”
“Artık çok geç İda! Bir şansın vardı ama sen zamanını söylemedin. Kuralları biliyorsun!”
“Kurallardan nefret ediyorum!”
“Ben de karnabahardan ama var !”
“Komik değildi!”
“Kabul et!Komikti”
“Eugene yalvarırım geri ver onu bana! Lütfen! Benim için ne demek olduğunu biliyorsun. Bu gerçekten haksızlık!”
Bir adımda burnumun dibine kadar girdi , gözümün içine baktı. Bir saniye falan sürmüştür ama ben babam gönül işlerinden ne kastediyordu ve Ada İskender ayağına taş düşürünce niye o kadar yaygara kopardı o an anladım. Gözlerini gözümden ayırmadan omuzlarımı tutup beni etrafımda döndürdü “Yere bak İda!”dedi. Yere baktığımda hayatımda gördüğüm en büyük resmin üzerinde duruyordum. Koskoca bir minyatür vardı yerde. Elinde asasıyla bir kraliçe minyatürü. Bütün yaz aradığımız hazinenin üzerindeydik. Kulağıma eğildi.

“İda, ben yalancı değilim. Sana bunu geri getireceğim. İnan bana!” dedi.V


Adel Burada Yaşamıyor ya da Tam Annemin Hayalindeki Kızım,
meybaz, 2015




12 Eylül 2015 Cumartesi


      FİL

“Nasıl bilemezsin? Nasıl? Beni hiç dinlemiyosun? Bir kulağın hep bende olucak!”


  İlk kez hilemizi açık etmeye bu kadar yaklaşmıştı ki kendi de fark edip sustu.
“Tamam Ada! Bilemedim işte!Hem ilk defa değil ki bu. Ayrıca oyun bu zaten. Hep bilirsek ne anlamı var? Sen bütün cevapları bildin mi sanki bugüne kadar?” diye çıkıştım. İleri mi gidiyorum diye geçti içimden. Garip bir şey vardı Ada'da o gün. Ne olduğunu çözememiştim ama eğlenmiyordu orası kesin. Oysa avazımız çıktığı kadar bağırırken ne çok eğlenirdik. Özellikle bu kısmını çok severdi ama aksine çok sinirlenmişti o gün. Daha fazla konuşmamaya karar verdim. Hem köprüye de gelmiştik. Susmak en iyisiydi. Dayanamaz anlatırdı zaten diye düşünüyordum ama Ada bir türlü anlatmaya başlamıyordu.

“Adaaa! Hadii! Daha çaya gidicez. Unuttun galiba. Selle gelen balıklardan çok az kaldı. Acele etmemiz lazım. Çocuklardan önce bulup saklamamız lazım. Yavrular da var artık. Hadiiii!” diye diye hızlı hızlı yürümeye başladım. Kedilerden bahsedersem kendine gelir diye düşündüm. Beni takip etmediğini fark ettiğimde durup geriye baktım. Beni duymuyor gibiydi. Gibisi fazla aslında bayağı duymuyordu, üstüne üstlük dudaklarını uzatmış, köprünün demirinde ellerini birleştirmişti, ellerinin üstüne de çenesini... Öylece bakıyordu boşluğa ama bana göre boşluğa. Onun bir şey gördüğüne yemin edebilirim. Bir şey izler gibi gözünü kırpmadan boşluğa bakıyordu. Ada üzgün olduğunda dudaklarını uzatırdı ama gerçekten uzatırdı. Benim kalbim acırdı o öyle yapınca. Kızgın ya da sinirli değildi Ada: Üzgündü. Hem de bana bile anlatmayacak kadar üzgün. Kalbim acıdı yine.
Böyle yaptığında “Bir Laz kızı boşa dudaklarını uzatmaz Küçük Hanım!” derdi bilmiş bilmiş. Oysa küçük olan oydu. Benden tam tamına bir yıl iki ay küçüktü Ada ama bazen öyle büyürdü ki görseniz şaşardınız. Köprünün demirlerine göbeğini dayadı, kollarını ve bacaklarını açabildiği kadar açtı, “Ezik İda!” dedi ve indi. O büyük harekete yakışmayacak sessizlikte dedi. Evet, sadece dedi. Neredeyse fısıldadı diyebilirim. Eminim kendi bile duymadı. Oysa kuralları biliyordu. Kurallar denince akan sular dururdu Ada için. Bağırmaması garipti gerçekten. Sonra bıraktı kendini demirden.

“Ada ne var Allah aşkına? Ne oldu şimdi? Cevabı bilemeyen senmişsin gibi davranıyosun ama o zaman da böyle yapmazsın sen. Ne oluyor? Tamam, bak bir tane daha sor! Söz bilicem söz veriyorum sana. Hadi sor!” Biraz önce köprünün demirinden yere yığılan o değilmiş gibi olanca kuvvetini toplamış sanki benden kaçmak ister gibi soluk soluğa koşar adım yürüyor ve bir taraftan da “Annem tatil başlamadan bir hafta önce gideceğimizi söyledi çay toplamaya. Ben istemediğimi söyledim. Ne yapacaksın? Nerede kalacaksın? Sonra nasıl geleceksin? Bir sürü şey. Bunların cevabını verebilir misin, İda? Verebilir misin hı? Her şeyin cevabını bilmiyoruz. Bazı şeylerin, hatta belki birçok şeyin cevabı yazmıyo o kitaplarda. Boş yere söz verip durma!” diye söylene söylene yürüyordu. Ben de peşinden… Ama yetişmek mümkün değildi, nefes nefese kalmıştım. Durdum. Dahası Ada beni orada öylece bıraktı. İlk defa! Bir süre sonra dönüp nefes nefese: “Hadi ne duruyorsun? Balıklar bitecek! Kediler aç kalacak! Kedilerin aç kalmasın aman!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı ve olanca gücüyle koşmaya başladı.

  Ada o gün boyu yüzüme bakmadı. Gözümün içine zaten hiç bakmadı. Ben de üstüne gitmedim daha fazla. Akşam çocuk bahçesindeki elma ağacına çıkıp tepede ramazan topunu patlamalarını bekledik. Top patlayınca da evlere dağıldık.

  Sabah parkta dünkü Ada'dan eser yoktu. Bildiğim Ada'ydı yine. İlk günden beri bildiğim Ada. Okula geldiği ilk gün tanışmıştık. Ayrı sınıflardaydık oysa. Teneffüste yanıma gelip “Arkadaşım olur musun?” demişti. Ben de hiç düşünmeden “Evet!” demiştim. “O zaman isimlerimizi bilmeliyiz. Ada ben. Senin adın ne?” diye sormuştu meraklı meraklı. “İda ben” demiştim gözlerinin rengine inanamayarak. “A kardeş gibi di mi? Ada ile İda! İda beni köprüye götürür müsün? Sonra da çaya iner miyiz?” diye arka arkaya sormuştu. İlk konuşmamızdı bu. Bir daha da hiç ayrılmamıştık. Ne çok eğleniyorduk birlikte. Çeşit çeşit oyunlar uyduruyorduk. Her gün yeni bir oyun ama ilk günden beri oynadığımız “Ezik” hiç değişmemişti.Sırayla birbirimize sorular sorar , bilemeyenin adını diğeri avazı çıktığı kadar başına ezik koyarak köprünün üstünde bağırırdı. “Bilmemiz gereken çok şey var Ada. Kütüphanedeki kitapları görmüyor musun? Ne çoklar. Şimdiden başlarsak dünyanın bütün bilgisine sahip olmaya yaşlandığımızda yaklaşabiliriz. Bak yaklaşabiliriz diyorum hepsine sahip olmak imkansız ama kim bilir belki becerebiliriz. O yüzden unutmamalıyız hiç birini. Unutan Ezik olsun mu?” Köprüye gittiğimiz ilk gün anlatmıştı bana bu oyunu gözlerini kocaman yeşil yeşil açarak.“Olsun Ada!” demiştim hiç düşünmeden. Bazen benim sıkıldığım olurdu ama Ada bayılırdı bu oyuna. O sevdikçe ben de severdim. İlk kez o gün sevmemişti Ada oyunu!
Sonraki günler diğerlerinin aynıydı. Okul, çay, köprü, kediler. Yavrular her gün biraz daha büyüyordu. Ada'yla ben de… Benim daha da büyüyeceğim günler yakındı ama haberim yoktu.

  Ada'nın o gözlerini kocaman açıp görmüş geçirmiş bir kadın edasıyla “Her şeyin cevabını bilmiyoruz. Boş yere söz verip durma!” derken ki ifadesini unutmuyorum hiç! Unutturmuyorum kendime hala! Bir de annesi babası onu okuldan almaya geldiklerinde, o soğuk demir kapıdan geri koşup “Bir şey yap İda! Annemle konuş! Beni götürmesinler! Söz veriyorum. Çayın diğer tarafındaki kedilere de gelicem seninle. Hem de her gün! Bir şey yap!” diye burnunu çeke çeke ağlamasını. Ada ne büyüktü. Bense ne donuk, ruhsuz! Sevdiğim şeyler giderken ya da elimden alınırken her zaman yaptığım gibi; donup kalmıştım.

  Ne yapabilirdim ki! On yaşında bir çocuk koskoca bir anneyi durdurabilir miydi? Peki on yaşına bile gelmemiş bir kız çocuğu bu kadar büyüyebilir miydi?

  Sanırım o okul bahçesinde oturdu o fil ilk defa yüreğime ve koskoca kadın oldum, hala kalkmak bilmiyor.

   Ada'nın arabanın arka camından çakmak çakmak gözleri yaş içinde, burnu kıpkırmızı “Lütfen İda bir şey yap!” diye bağırdığı an içimde kopacak fırtınanın habercisiydi aslında ama ben bilmiyordum. Oysa ne çok gülerdik o ağladığında kıpkırmızı olan burnuna. İskender çayda ayağına taş düşürmüştü de bizimki koparmıştı yaygarayı. Ağla Allah ağla. Bir süre sonra artık gözünden yaş gelmediğini, sadece İskender'in ilgisi hoşuna gittiği için numara yaptığını anlamıştım. Anladığımı anlamıştı. Göz göze gelip deliler gibi gülmüştük. Yazık, İskender hiç bir şey anlamamıştı. “Ada'nın burnu kızarmış ona gülüyoruz.” demiştim. Geri dönerken “E tamam iyi yaptın da bu çocuk beni büyüyünce artık asla sevmez. Onun için hep kırmızı burunlu palyaço Ada olucam” demişti. Yine gülmüştük, daha çok kıkırdamıştık yeni yetme genç kızlar gibi. O gün ilk kez genç kız gibi konuşmuştuk ve de son kez.

Ada gitti.
Ben öylece oturdum köprüde.
Özlemiştim. Gideli daha iki saat bile olmamıştı. Burada olsa diye düşündüm. Burada olsa da hep o sorsa, hep ben bilmesem de olur.
Yeter ki burada olsa!
Küçük bir kasabanın gereğinden fazla akıllı, fazlaca deli iki kız çocuğuyduk. Biz kendimize deli demiyorduk tabii. Ada'ların alt kat komşusu diyordu. Bir gün onlara gelmiş ve Ada annesiyle konuşmalarını duymuş:

  “Hatice Hanımcım, küçük yer burası. Tamam çocuk onlar, iyi de kız çocuğu ne olsa! Yaz kış çayın içinde oğlan çocuklarıyla, köprünün üstünde ezik ezik diye bağırmalar deli gibi. Fırıncı da çok şımartıyor bunları. Hiç eve uğramak yok değil mi? Akşama kadar köprü üstlerinde, çayda, kütüphanede ohhhh. Kütüphanede oku oku acıkınca fırına git ekmek arası ye. Geçenlerde bizim bey görmüş hadi artık evlere demeye gidiyormuş yanlarına, seninkiler vınnnn kütüphaneye kaçmışlar. O kütüphaneci kız da çok yüz veriyor bunlara. Sürekli oradalar. Çok okuyor bu ikisi! Daha sen kaç yaşındasın? Ne anlarsın? Ne okursun o kadar? İda ezelden çıkmazdı kütüphaneden. E anne baba yok tabii başında! İnsanlar elalemin dertleriyle ilgilenmekten kendi çocuklarına hiç bakamıyorlar. Ne yapsınlar ekmek parası. Seninki de uydurdu ona. Neyse Hatice Hanımcım, diyeceğim kız çocuğu başka. Okusunlar, akıllı olsunlar ama baş edilmez bunlarla. İki yıla kalmaz yol boyundan tepelerden toplayamayız. İda korkusuzdur! Sizinki de ona keza. Aman ki aman Hatice Hanımcım, komşuyuz burada. Ben vazife bildim sakın yanlış anlama. Nedret Hanıma gidip konuşulmaz okumuş kadın. Ağız açtırır mı kızına. Ben seni yakın bildim. Ada bizim de kızımız. Aman Hatice Hanımcım aman ki amaaan!' diye dizlerine vura vura konuşmuş da konuşmuş bir yandan tülbendinin ucuyla terini sile sile.

  Ada annesinin ne cevap verdiğini duymamış, zaten Mebrure Teyze’yi durdurup bir şey söylemek zordur. O bitirecek, susmaya karar verecek, ancak o zaman ağzını açabilirsin. Seni dinler mi o da ayrı mesele. Ada odasına atmış kendini peşinden de babası... Heybetli boylu poslu, bence çok tonton bir adamdı Dursun Amca ama Ada çekinirdi hep. Öyle kötü davranmazdı Dursun Amca kızlarına ama hep bir irkilirdi Ada ne zaman babası etrafta olsa. O yüzden babam odama geldi dediğinde korkmadım desem yalan olur. Ama yüzü aydınlanmıştı Ada'nın “Babam beni öptü İda! Babam geldi beni alnımdan öptü. Bir de makas aldı yanağımdan. Ah İda! Babam beni öptü!” demişti böyle gözlerini koca koca açıp elleri göğsünde, sanki kalbi yerinden çıkacak da eliyle tutuyor gibiydi.

  “Aferin benim deli kızıma. İda'ya söyle bir akşam gelsin bizde kalın. Birlikte oynayalım ezik mi bezik mi nedir. Ben Rauf Bey'den alırım izin” demiş Dursun Amca. O gün hiç demediyse bin beş yüz kez tekrarladı Ada: “Babam beni öptü İda!” Hatta kedi yavrularını elleriyle besledi.
Kütüphanenin merdivenlerinde oturdum bütün öğleden sonra. Yeni kitaplar gelmişti ama canım bakmak istemiyordu hiç. Ada'yla kapaklarına bakıp konuşamadıktan, okuyup kendi kapaklarımızı çizmedikten, farklı sonlar uyduramadıktan sonra bir anlamı yoktu zaten. Orada öylece oturup durmak istedim. Öyle de yaptım. Şimdi düşünüyorum da, ne uzun bir öğleden sonraydı, oysa Ada'yla yetiştiremezdik yapacaklarımızı, gün bitiverirdi. Kedilere bugüncükte anneleri yemek buluversindi. Adım atmak şöyle dursun nefes bile almaya gücüm yoktu.

  O akşam yatağa yattığımda garip bir şey vardı içimde. Yüreğimde sanki bir fil tepinip duruyordu. Kesik kesik nefesimi kese kese bir sızı boğazımda ağlayasım var dedim anneme. Yanıma geldi hemen.

  “Ada gitti diye üzüldün sen İda'cım. Neden mektup yazmıyorsun Ada'ya? Bence Ada'yı şimdiden özledin sen. Mektup yazarsan özlemin hafifler. Hem o geldiğinde okur o yokken neler yaptığını. Her şeyi aklında tutamazsın değil mi güzel kızım. Sana da ona da iyi gelir bence.”
“Anne özlemek istemiyorum. Her şeyi aklımda tutarım ben hem. Unutmam!Ezik değilim ben!”
“O nasıl laf Ida'cım.Tabii ezik değilsin. Nerden çıktı şimdi bu?”
“Sen anlamazsın anne!”
“E öyle olsun bakalım!”
Bütün günü kendime anlatmaya başladım. Öylece uyuyup kalmışım. Uykumun içinde bir ara sabaha karşı hava belli belirsiz aydınlanmış, annemin ağladığını duydum.

“Nasıl Rauf ? Nasıl söyleyeyim ben? Nasıl söyleriz? Allah’ım sen kızıma güç ver.”
Anlamıştım bir şey olduğunu ama istemiyordum anlamayı. Hala yaptığım gibi, kendi başımı okşayarak uyuttum kendimi. Çocukluğumdan beri yaparım bunu, kötü bir şey olduğunda ya da olacağını hissettiğimde uyutuyorum kendimi ve öyle çok inanıyorum ki uyandığımda her şeyin düzelmiş olacağına her uyanışım koskoca bir düş kırıklığı oluyor böyle zamanlarda.

    Kapı sesiyle uyandım o sabah. Tek odalı bir evde, on adımlık mesafe hayatımın en uzun yolu olmuştu. Yüreğimdeki fil daha hızlı tepiniyordu her adımımda ve bütün gece içimde dolanan ağlama hissi daha gerçekti şimdi. Müge'ydi gelen. Öğretmenimizin kızı. Biz üç çocuktuk aslında. Ada, ben, Müge. Elinde koca bir buketle “Seni bekliyoruz.” dedi.

   Annemin bana söylediğini düşünmüş olacak ki o cümleyi kurmadı. Ben o cümleyi duymadım ama bildim hep. Sonrası tufan. Olmak istediğim tek yer vardı; Köprü. Kafamda tek soru Niye? Niye daha 10 yaşına bile gelmemiş biri gitmek zorundaydı ki yıllarca yaşamış onca yaşlı insan varken?

   Ada haklıydı her zamanki gibi. Hiç bir şey bilmiyordum ben. Bu sorunun cevabı yoktu işte bende. Ada beni o en zor soruyu sorup köprünün üzerinde bırakmıştı. Kendi de ortalarda yoktu ki biraz yardım etsin! Boğazım yırtılana dek “Ezik İda ! Ezik İda!” diye bağırıp durdum. Kütüphaneci abla köprünün demirlerinden beni sökmeyi başardığında bitmiştim. Sözlerim de, yaşlarım da bitmişti. Kütüphanenin merdivenlerinde kucağında uyuyup kalmışım. Annemler beni almaya geldiklerinde, çektiğim hiç bir acıyla yüzleşemeyen, bu yüzden de konu her ne olursa olsun asla o konudan konuşamayan annem, eve giderken benim için yaptığı kekten bahsediyordu. Ne kadar güzel olduğundan, içine farklı bir şey koyduğundan, benim ne olduğunu bilip bilemeyeceğimden falan. Babam da o günkü davayı nasıl kazandığından ve iyi insanların da bu hayatta kazanabildiğinden falan. Yani saçmalıyorlardı anlayacağınız. Ve sürekli gülümsüyorlardı. Anne baba olmak ne zor o zaman anlamıştım. İnsan kendi acısının çaresine bakıyor bir şekilde de en sevdiği varlığın acısında ne çaresiz. Akıllarını yitirdiklerini düşündüm. Ada olsaydı çok gülerdi bu hallerine. Ben de gülerdim onunla ama yoktu.

Nefes alamıyordum.
Uyusam ve hiç uyanmasam diye düşündüm.
Kafamın içindeki şu ses sussa bir de.
“Eziiiik İda! Eziiiiik İda! Eziiiiik İda!”
Bir de şu fil artık tepinmese keşke.
Uyudum.
Üç gün mü, beş gün mü hatırlamıyorum.
O fil tepinmeyi kesti.
Ama hala orda, oturdu kalkmıyor.

Adel Burada Yaşamıyor ya da Tam Annemin Hayalindeki Kızım,
meybaz,2015